29 Temmuz 2008 Salı

Ziya Gökalp Ve Sosyoloji Anlayışı


Ziya Gökalp, Türk sosyoloji tarihinde yeni bir sayfa açmıştır.içtimai pozitivizme dayanarak, Türkiyede yeni bir ideoloji yaratmada başarılı olmuştur. Gökalpın öğrencilik hayatında üç tesir altında kaldığı söylenebilir:Bunlardan biri klasik mektep tahsili; Ona garbın müsbet ilimlerini öğretiyor. Diğeri, o devirde okuduğu Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi şahsiyetler, Ona vatanseverliği telkin ediyor; diğeri de Ona şark filozoflarını tanıtan amcası Hacı Hasib Efendidir. Mektep Onu sistematik, metotlu ve garp kültürüne vukufu olan bir aydın haline getirmiş. Fakat, bu kültür Onun ruhunu garp ülkelerinde gezdirmemiş . Namık Kemal Onun ruhunu tesir ederek, vatanperver ve milliyetperver yapmıştır. Şark eserleri de Ona zengin bir ufuk açarak, Onu alim ve filozof yapmış, O da üç kültür kaynağını kullanarak, şark felsefeli, vatanperver bir kişi olmuştur. Osmanlı İmparatorluğunun sonunu gören Gökalp, sosyolojiye dayanarak, Türkiyede milliyet akımını sistematik bir şekilde izah etmiş, Türkçülüğün Esaslarını kurmuştur.
Sosyoloji, toplum sorunlarını açıklamak ve bu sorunlara bir çözüm getirmek iddiasını taşımaktadır. Osmanlığın İmpatorluğu çeşitli sorunlar içinde bocalamakta ve bu dorunları kendi gücüyle ve kendi içinde çözemeyeceğine inanmaktadır. Tam bu sırada Batıda sosyoloji toplum sorunlarına açıklama ve çözüm önerileriyle karşımıza çıkınca Osmanlı aydınları arasında yankı uyandırmıştır. Gökalp, sosyoloji açısından, ülkemizde Comte-Durkheim okulunun temsilcisi olarak tanınır. Gerçekten de Durkheim sosyolojinin ülkemize yerleşmesi ve 1940'lı yıllara kadar Türk sosyolojisinde, neredeyse tek egemen sosyoloji ekolü olması, Onun aracılığıyla olmuştur. Tütengile göre Gökalp, Türkiyede sosyolojiyi kurmuş, bir tarih şuuru yaratmış, kültür milliyetçiliği yaparak ırkçılığı reddetmiş, modern aile, kadın hakları ve hukuku, özerk üniversite, Türkçe ezan ve Kuran konularında çok önemli fikirler öne sürmüştür. Gökalp, pozitvist sosyolojinin düşün ilkelerini tümüyle ülkemize aktarmıştır. Kültür-uygarlık, evrensel sosyoloji-milli sosyoloji, ilkel toplumlar-uygar toplumlar gibi ikili ayrımlar, Gökalpin sosyoloji anlayışının temelini oluşturmuş, Türk tarihi, ulusal edebiyat, bilim ve felsefe anlayışı, toplumbilim araştırmaları, bilimsel yöntemlerle toplumsal yapının incelenmesi sorunu, sistemli düşünce, işbölümü ve çalışma organizasyonu gibi konulardaki görüşlerinin temellerini atmış ve çevresine yaymıştır. Gökalp, toplumbilimin yöntemi olarak, tümüyle ampirik yaklaşımı, deneysel yöntemi, bir başka deyişle, tümevarım şeklinde akıl yürütmeyi öneriyor. Ona göre, tümdengelim, önyargıları da birlikte getireceğinden, bir kavmin incelenmesinde sağlıklı bir yol değildir. Tümevarım yoluyla, soyutlama sürecini de savunmakta ve bilimsel yasalara, araştırmalara dayalı, bilimsel yöntem yoluyla erişeceğimizi savunmaktadır. Ona göre bilim, aceleci davranmaz ve bir sabrın neticesinde ortay çıkar. Gökalpin sosyoloji anlayışında sosyoloji, genel medeniyetleri ve kültürleri karşılaştırarak toplumların ve kurumların tabi oldukları kanunları bulmak ve toplumlara istenen yönü vermek açısından çok önemli bir göreve sahiptir. Toplumların tabi oldukları kanunları bilen sosyologlar, bir ulusun gelişmesinde etkin rol oynarlar. Ona göre, dahiler sezerek, sosyologlar da toplumsal kanunları bilerek bir milletin gelişmesinde başat role sahiptirler. Gökalp, başlangıçta Osmanlının kurtuluşu için çalışmış, bunun başarılamayacağını anlayınca, çözümü Türkçülük ve milliyetçilikte görmüştür. Merkeziyetçi bir yönetim anlayışına sahip olan Gökalp, ülkeyi kurtaracak Batı tipi reformların ancak sivil-asker bürokratlar tarafından gerçekleştirilebileceğine inanmaktadır. Temel hedefi ise Türk toplumunda Doğu uygarlığından Batı uygarlığına taşımaktır. Gökalpe göre, sosyolojini konusu içtimaiyet usullerinin tatbiki, milli medeniyetin tarihi ile kavim ve medeniyetlerdir. Ona göre sosyoloji, toplumların işleyiş ve etkileşim kanunlarını ortay koyacak ve böylece gelecekte topluma istenilen yön verilebilecektir. Ona göre topluma yön verecek olanlar ise dahiler ve sosyologlardır. Dahiler sezerek ;sosyologlar da sosyal realitenin kanunlarını bilerek ve uygulayarak, toplumun evrimi konusunda etkili olurlar. İşte bu nedenlerden dolayı O, sosyolojiye yönelir. Çünkü sosyoloji aracılığıyla çökmekte olan bir toplumun sorununa çözüm bulabilecek ve onu Doğu uygarlık alanından Batı uygarlık alanına taşıyabilecektir. Ona göre, toplumsal sorunlar ancak sosyoloji ile çözülebilir. Sosyoloji, bir toplumu tanımada, ulusal medeniyetin tarihini incelemede ve mevcut sorunları çözmede her derde deva olarak gören Gökalp, bu bağlamda determinist ve pozitivisttir. O, toplumbilimin varlığını toplumsal olaylar arasındaki determinist ilişkiye bağlıyor. Böylece bir bilim dalının varolma gerekçesini nedenselliği de aşan bir biçimde, gerekircilikte arıyor. Comte-Durkheim ekolünü benimsemekle birlikte, bu ekolün görüşlerini milli özelliklere göre yeniden biçimlendiren Gökalp, evrensel olma düşüncesinde olan Batı sosyolojisinin Comte-Durkheim ekolünden milli bir sosyoloji yaratma çabasındadır. Çelişki gibi görünen bu durum aslında bir çelişki değildir. Çünkü genel amaç Batı medeniyetine katılmaktır. Gökalpin, Spencer ve özellikle Durkheimi hatırlatan evrim teorisi vardır. Ona göre toplumlar;
1)İlkel (kavim)
2)Milletler olmak üzere ikiye ayrılır.
Bu ayrımı yaptıktan sonra bir alt gruba iniyor ve burada klandan bahsediyor. Bu alt gruplamalarla yavaş yavaş evrim anlayışı beliriyor. Ona göre klan, insan topluluklarının ilk biçimidir. Klanlar birleşerek kabileleri, kabileler birleşerek aşiretleri, aşiretler de bir araya gelerek konfederasyonları oluşturur. Ya da, toplumlar, cemia, camia, cemiyet şeklinde bir evrim geçirirler. Kavmin cemiyet aşamasına geçmeden önce mutlaka cemia ve camia stajlarını yapmak zorundadır. Toplumlar önce ilkel kavimler şeklinde bulunur, sonra dinsel ulus niteliğini alır ve dinsel uluslar da evrimleşerek yasal uluslara dönüşürler. Toplumların en son aldıkları şekil kültürel ulus biçimidir. Gökalp, buna harsi millet demekte ve bir ulusun harsi millet olabilmesi için mutlaka din, ahlak, hukuk, güzel sanatlar, dil, iktisat, bilim-teknik gibi konulardan oluşmuş bir gelenekler, ulusal bilinç ve bunların temsilcisi olan büyük adamların var olması gerektiğini belirtir. Gökalp, klan deyimini semiyye deyimiyle dile getirmekte ve şöyle tanımlamaktadır: semiyye dini bir karabetle birbirine merbut yüzlerce hatta binlerce fertlerden mürekkep ailevi bir zümredir. Semiyyeyi teşhis eden alamet fertlerin müşterek ceddi itibar olunan muhayyel, yahut hakiki bir mevcudun namıyla tesmiye olunmasıdır. Müşterek ced aynı zamanda semiyyenin rabb-i hası itibar olunur. (Hançerlioğlu, Orhan, Toplumbilim Sözlüğü).
Gökalp ilkel kavimleri dörde ayırır:
1) Tehallüf etmemiş semmiyeli kavimler: Avustralya kavimleri.
2) Tehallüf etmiş semmiyeli kavimler: Kuzey Amerikadaki Hintliler (Kızılderililer)
3) Aşiri kavimler: Afrikadaki Dahomeyler.
4) Tereddiye uğramış iptidai (ilkel) kavimler: Seylan adasındaki Veddalar ( Kongar, Emre, Türk Toplum Bilimcileri).
Gökalp, kavim deyimini toplum anlamında kullanıyor. O, kavmi toplumbilim konusuna almakla budun bilimi ile toplumbilimi birleştirmiş olmaktadır. Bir toplum ahlaki dayanışma yolu ile sağlanan insanlar grubudur. Dayanışma iki çeşittir. İlki, inançlar ve duygular benzerliğini kapsayan dayanışma biçimidir ki, Gökalp buna mekanik dayanışma diyor. İkincisi, toplumsal işbölümünün ürünü olan organik dayanışmadır. Ona göre, mekanik dayanışma, inançlar ve duygulardaki benzerliğin ; organik dayanışma ise ustalık ve yeteneklerdeki benzerliğin sonucudur. Mekanik dayanışma fertleri bir toplum canlısının hücreleri; diğeri de uzmanlaşmış organları şeklinde açıklar. İlkel toplumlarda sadece mekanik dayanışma hakimdir. Çünkü, toplum işbölümü, cinsiyet ve yaş farklılaşmasından ibarettir. Toplumsal işbölümü ya hiç yoktur veya henüz başlangıç halindedir. Milletler (uluslar) iki dayanışma (tesanüt-solidarity) türüne sahiptirler. Milletler, organik toplumlar olarak ifade edilirler. Parçalık niteliği taşıyan toplumlarda fertler sadece hücredirler. Oysa organik toplumlarda fertler uzmanlaşmış, görevleri olan organlardır. Parçalı toplumlarda, fert ile toplum arasında sağlanan bir ilişki vardır. Ona göre, organik toplumlarda fert, topluma hem dolaylı hem de dolaysız olarak bağlıdır. Organik toplumda, mekanik bir dayanışma da görülebilir. Bu durum Gökalpi Durkheimden ayıran en önemli noktadır. Durkheimde olduğu gibi, Gökalpde de toplumların evrimi mekanik dayanışmadan organik dayanışmaya doğrudur. O, organik dayanışmanın gerçekleştiği toplumları millet olarak kabul ederken yeryüzündeki bütün toplumların bilimsel sınıflandırılmasını da yine bu ölçüye göre değerlendirmektedir. Gökalp, ilkel toplumları: Klan ( farklılaşmamış cemaatlar)dan millet ( farklılaşmış toplum)e olmak üzere sınıflandırırken, kabile veya klanın kaybolması milli duyguların yükselmesini sağlamıştır, fikrindedir. Gökalp göre toplumlar ulus olmak bakımından üç türe ayrılabilir: Gökalp birinci ulus grubuna imami milletler diyor. Bu grup uluslar Gökalpa göre varlığını ve birliğini bir özle Tanrı imgesinden ya da ortak bir kamu dininde bulur. Bu toplumda dine dayalı bir kamu hukuku oluşmuştur. Gökalpin birinci ulus grubuna koyduğu imami milletler daha çok bize, doğunun eski çağlardaki hükümetleri ile Avrupanın ortaçağ hükümetlerini dile getirir niteliktedir. Gökalpin belirttiği bu grup uluslarda din temeldir. Her şeye din açıklık getirir. Gökalpin belirlediği ikinci ulus tipi Teşri (yasamasal) Milletlerdir. Bu ulus tipi imami milletlerden farklıdır. Artık özel mülkiyet ve bireysel özgürlükler her tarafa yayılmakta; hükümet dine değil, ulusal egemenliğe dayalıdır. Gökalp, bu tür uluslara Karye esasına müstenid milletler denebileceğini söylüyor ve bunlara örnek olarak Fransa ve İtalyayı gösteriyor. Yasamasal (teşri) uluslarda kentler belediye meclisleri aracılığıyla kendilerini yönetirler, kent uygarlığı ve özel mülkiyet köylere kadar yayılır. Gökalpın karve (commune) adını verdiği bu kentlerde dinsel kamuoyunun dışında siyasal bir kamuoyu da oluşmuştur. Gökalpa göre üçüncü ulus tipi harsi (kültür, ekin) millettir. Ona göre bir toplumun kurumlarının daha önce birlikte yaşadığı başka toplumların kurumlarıyla ortak özellikler taşır. Ona göre yukarıda saydığımız bütün ulus tipleri, ortak özellikleri olan ulus tipleridir ve bu tiplerin birer ulusal ve bağımsız uygarlığı yoktur. Harsi milletlerin kurumları ortak özellik taşır, bunlar uygarlık toplumlarıdır. Gökalpin deyimiyle müesseseleri arasında iştirak bulunan bu gibi kavimlerin mecmuuna medeniyet zümresi denir. Sonuç olarak şöyledir: millet, imami cemiyetlerde kendini imamda, teşrii cemiyetlerde kendini kuvve-i teşriiyede mütecelli görüyordu. Harsi cemiyetlerde ise kendini harsının mümessilleri tarafından temsil edilmiş görür. Çünkü hars milli vicdanın muhtelif müesseseler suretinde tezahür etmiş müteayyin şeklinden ibarettir. (Hançerlioğlu, Orhan, Toplumbilim Sözlüğü). Ona göre, bir toplum diğer toplumlara kendi değerlerini (dil, din vs. ) benimsettiği, onları asimle ettiği zaman kendi ulusal uygarlığını, yani harsa adım atmış olur. Gökalp Harsi Millet deyimi ile, bir ideal toplum ve yapı oluşturma çabasındadır. Bu yapıda heyet esasına müstenid milletler dediği bir kurumdan bahsediyor. Bu kurum toplumun kültürünü belirleyecektir. Burada bir faşistlik var gibi (kendi ırk ve kültürünü oluşturma). Ve ona göre diğer ulus tipleri, iptidai ulustan harsi millet dediği ulusa doğru bir evrim geçirmiştir. Bunu da şu cümlelerinden anlıyoruz: Mamafih bir kavim aşağıdaki nevilerden yukarıdaki nevilere geçerken eski müesseselerini tamamıyla kaybetmez. Her nevin esaslı bir teşkilatı hususi bir vazife deruhte ederek canlı bir surette baki kalır. Bu surette harsi bir millete, iptidai kavimlerin karabet teşkilatı aile suretinde, imami milletin dini teşkilatı, ümmet suretinde, teşrii milletin teşekkülü kavmin tekamül merhaleleri olan aile, ümmet, devlet teşkilatlarına hars teşkilatının inzimam etmesi ile başlar. (Kongar, Emre, Türk Toplum Bilimcileri ) . Gökalpa göre dördüncü grubu istiklalini kaybetmiş milletler oluşturur. O bunlara milletlerin dördüncü nevi millet haline geldikten sonra istiklalini kaybeden kavimlerdir diyor ve Lehlileri buna örnek veriyor. Gökalpa göre insan toplumlarının son aşaması harsi millettir. Fakat henüz hiçbir toplum bu aşamaya ulaşamamıştır. Ancak ileri batı ülkeleri, teşrii milletten harsi millete geçiş aşamasındadır. Ona göre bir ulusun kültürel ulus olması için mutlaka din, ahlak, hukuk, güzel sanatlar, dil, iktisat, bilim-teknik konularında oluşmuş gelenekler, ulusal bilinç ve bunların temsilcisi olan büyük adamların varlığı gereklidir. Gökalp, yasama organı gibi bir organ önermektedir. Bu organ ulusun, başkentinde, her hars alanında oluşturulacak uzmanlık kurullarının temsilcilerinden oluşacak yüksek bir organdır. O böylece kültürel ulus aşamasında toplumsal bilinci temsil edecek bir uzman temsilciler kurulu önermektedir. Bütün bu sosyolojik tanımlama ve açıklamaların tek bir nedeni vardır: Evrimci ve determinist bir anlayıştan yararlanarak, Türk toplumunun Doğu uygarlığından Batı uygarlığına, imparatorluktan ulusal devlet aşamasına geçmesini haklı gösterecek kanıtlar bulmak ; bu dönüşüme bilimsellik kazandırmak. Bu bağlamda, Gökalp, toplumların kavim, devlet ve imparatorluktan milli devlete doğru evrimleştiğini göstererek, millet aşamasının, toplumsal evrimde son halka olduğunu belirtmektedir. Dolayısıyla, Türk toplumunun Doğu uygarlığından Batı uygarlığına, imparatorluktan ulusal devlet aşamasına geçmesi bilimsel bir gelişmedir. Gökalp, Batı tipi ulusal, çağdaş bir milli devletten yanadır. O, yeni Türkiyeyi harekete geçirecek hamlenin inkılap ruhu olduğunu belirtir. Yeni Türkiyenin hedefleri, kültür alanında Türkçülük, siyaset alanında halkçılıktır. Siyasi halkçılık, demokrasinin Türkçe karşılığıdır ve halkçılık-demokrasi en çağdaş, en mükemmel özellikleri olan hükümet tarzıdır. Halkçılığın, yani demokrasinin yürümesi için her şeyden önce insanların birbirine eşit olabilmesi koşulunu getiren Gökalp, beyaz ırkın diğer ırklara ve erkeklerin kadınlara karşı üstünlüğünü savunan ırkçı görüşleri de şiddetle eleştirir. Çünkü, bütün toplumsal olaylar genetikle geçmezler ; tüm insanlar toplum dışı olarak dünyaya gelirler ve toplumsal karakterleri, içinde yaşadıkları toplumdan, o toplum normları çerçevesinde alırlar. Günümüzde Gökalpi ırkçı diye suçlayanlar vardır. Gökalpin ırkçı olmadığını şuradan da anlayabiliriz: O, tüm milletleri dost olarak görmekte ve iş birliğine girmelerini arzulamaktadır. Bu görüşleri ile daha sonraki bazı milliyetçilerden ayrılan Gökalp, milletler arasındaki ilmi, iktisadi, medeni dayanışma ve mübadelelerin bulunduğunu; milletlerin birbirine tabiaten düşman değil dost olduklarını belirterek, milletleri birbirine düşman yapanların tutucu papazlarla emperyalist ve kapitalistler olduğunu yazmasıdır. Bunlar ortadan çekilirse milletler birbirlerini kardeş gibi seveceklerdir. Eşitsizlikleri suni-yapay olarak değerlendiren Gökalp, insanlar arasındaki ilişkileri eşitlikçi bir tabana yerleştirmek istemektedir. Gökalpa göre halkçılığın en önemli görevi bu yapay eşitsizlikleri ortadan kaldırmaktır. Hiç kimse dünyaya esir veya serf olarak gelmemiştir. Yapay eşitsizlikleri ortadan kaldıracak olan halkçılık, tabii eşitsizlikleri de eğitimle azaltabilir. Gökalpin millet tanımında ırk ve ırkçılığa yer yoktur.
Buna göre millet öncelikle;
a)Coğrafi bir zümre değildir.
b)Millet, ırk ve kavim demek değildir. Çünkü, milletler tarihsel süreçte karışmışlar ve saf ırk, saf kavim diye bir şey kalmamıştır. Saf ırk ve kavim aramak saçmadır.
c)Millet, bir imparatorluk içinde yaşayanların toplamı değildir.
d)Millet, bir adamın keyfine ve çıkarlarına tabii olarak mensup saydığı herhangi bir cemiyet değildir. Millet, coğrafi, ırkı, siyasi, iradi kuvvetlere üstünlük gösteren; terbiyede, kültürde, yani duygularda iştiraktır. Millet dilce ortak olan, yani terbiye almış fertlerden meydana gelmiş bulunan kültürel bir zümredir. Gökalpin devlet ve millet üzerine ürettiği görüşler imparatorluktan cumhuriyete, çok uluslu yapıdan tek uluslu yapıya geçişin habercisidir. Gökalpin Türk toplumbilimine en büyük katkılarından biri; uygarlık- kültür ayrımını ve tartışmasını getirmiş olmasıdır. O, medeniyet (uygarlık) ve Hars (kültür)kavramları arasındaki ayrımı şöyle belirtiyor: Bir medeniyet, müteaddit milletlerin müşterek malıdır. Çünkü her medeniyeti sahipleri olan müteaddit milletler, müşterek bir hayat yaşayarak vücuda getirmişlerdir. Bu sebeple, her medeniyet, mutlaka beynelmileldir. Fakat bir medeniyetin, her millete aldığı hususi şekilleri vardır ki, bunlara hars adı verilir. (Kongar, Emre, Türk Toplum Bilimcileri).
Gökalp, medeniyet ile harsın farklarını on maddede toplar:
1) Medeniyet beynelmilel olduğu halde, hars millidir.
2) Medeniyet bir milletten başka bir millete geçebilir, fakat hars geçemez.
3) Bir millet, medeniyetini değiştirebilir; fakat harsını değiştiremez.
4) Medeniyet, usul ve akıl vasıtalarıyla yapılır; Hars, ilham ve hads vasıtalarıyla yapılır.
5) Medeniyet, iktisadi, dini, hukuki, ahlaki ilh. Fikirlerin mecmuudur.
6) Hars, dini, ahlaki, bedii duyguların mecmuudur.
7) Türklerde, bir cemiyetin içtimai bünyesi birden bire yükselebilir. Bir kavmin içtimai bünyesi, az zamanda, Aşiret bünyesinden il bünyesine, küçük ilden orta ile, orta ilden büyük ile, büyük ilden de en büyük ile kadar çıkabilir.
8) Bir kavmin siyasi bünyesin de, Tudunluktan Yabguluka, Yabguluktan Hakanlıka, Hakanlıktan İlhanlıka yükselebilir.
9) Medeniyetini değiştiren bir millette, hars da değişirdi.
10) İktisadi silsile-i meratibi de birer, birer geçerdi. (Kongar, Emre, Türk Toplum Bilimcileri).
Gökalpin bu açıklamalarından, onun evrimci yanını belirgin bir biçimde görmekteyiz. O, toplumların toplumsal yapılarını aşiretten büyük il e dek, belli bir hiyerarşi içinde sıralıyor. Aynı sıralamayı siyasal bakımdan da Tudunluk tan ilhanlıka dek yapıyor. Kültür ve uygarlık kuramının, Gökalp tarafından Türk tarihine uygulanış biçimi gerçekte basittir. Türk tarihinde bir Osmanlı dönemi yaşanmıştır. Ancak bu dönemi önemsememiz de gerekmemektedir. Osmanlı katıldığımız çeşitli uygarlıklardan birisidir. Osmanlı, geçmiş dönemin en önde gelen uygarlığıdır. İleri olması nedeniyle Türkler bu uygarlığa katılmışlardır. Fakat bu dönem artık geride kalmıştır. Bu nedenle Osmanlı uygarlığına katıldıkları gibi aynı nedenle ayrılacaklardır. Uygarlık uluslararasıdır. Uygarlık ürünleri bir toplumdan diğer topluma geçebildikleri gibi, toplumlar da herhangi bir sakınca ve sorunla karşılaşmadan bir uygarlık alanından diğer uygarlık alanına geçebileceklerdir. Böylece Osmanlı sorununa bir karşılık bulunduğu gibi batılılaşma girişimlerimize de kuramsal bir temel getirecektir. Tönniese göre kültür, gelenek, din ve sanatı; medeniyet ise hukuk ve bilimi yansıtır. Bunun gibi nasıl toplumlar cemaatların gelişmesinden doğmuşlarsa, kültür de medeniyeti yaratmıştır. Bu görüş Gökalpin kültür ve medeniyet anlayışını yansıtır. Gökalpde ulusların karşılaştırmalı tarihi bize gösteriyor ki, ilkin uygarlık kaynağını hars (kültür) da buluyor. Bu bakımdan, her toplumun (kavim) ilkin yalnız kültürü vardı. Kültürün yükselmesiyle de medeniyet doğar. Çünkü, medeniyet, toplumlar arasındaki ortaklaşa kurumların tümüdür. bir başka deyimle medeniyet kültürün sonucudur. Modern antropolojiye göre, kültür medeniyeti kapsar. Bir toplum, Gökalpe göre kültür alanında ilerledikçe medeniyeti de yükselir. Medeniyetin hızla yükselmesi kültürü bozar. Her kavmin yalnız kültürü vardır. Bir kavim, kültürce yükseldikçe siyasetçe de yükselerek kuvvetli bir devlet vücuda getirir. Diğer taraftan da kültürün yükselmesinden medeniyet de doğmaya başlar. Medeniyet, ilkin milli kültürden doğduğu halde, diğer ülkelerin medeniyetinden de bir çok kurumlar alır. Fakat bir toplumun medeniyetinde fazla bir gelişimin hızla ortaya çıkışı zararlıdır. Gökalpe göre kültürü kuvvetli, fakat medeniyeti zayıf bir milletle; kültürü bozulmuş, fakat medeniyeti yüksek olan diğer bir millet siyasi mücadeleye girince, kültürü kuvvetli olan millet daima galip gelmiştir. Örneğin; eski Mısırlılar, medeniyette yükselince kültürleri bozulmaya başladı. O zaman yeni doğan Fars devleti ise medeniyette henüz geri olmakla beraber, kuvvetli ve kültüre de sahipti. Bundan dolayı, Farslılar, Mısırlıları mağlup ettiler. Birkaç yüzyıl sonra, İranda da medeniyet yükseldi . Bunun sonucu olarak da kültür zayıflamaya başladı. Bu defa da başlangıçta henüz kültürleri bozulmamış olan Yunanlılara mağlup oldular. Gökalpde kültür, bağımsızlığını sürdürmesi için medeniyeti temsil etmekle yükümlüdür. Eğer bir kültür, çevresindeki medeniyeti temsile çalışmazsa, çevredeki medeniyet o kültürü bozar, yok eder.
Bu suretle Onun kültürel sikloit (devirsel) teorisi iki noktada özetlenebilir:
1) İlkin, medeniyet kaynağını kültürde buluyor. Yani toplumlarda kültür başlamadan medeniyet doğmamaktadır.
2) Medeniyet yükselince kültür de bozuluyor. Bozuk kültürlü milletler de medeniyetsiz toplumlara yenilmektedirler.
Gökalpe göre kültür, medeniyete üstün gelir. Çünkü medeniyetsiz kültüre sahip olan millet sağlamdır. Buna karşılık, kültürsüz medeniyete sahip bulunan bir millet de hastadır. O halde, bir milletin sağlam olabilmesi için hem kültürünün hem de medeniyetinin dengeleştirilmesi gerekir. Heyde göre ; Gökalpin kültüre yaratıcılık yeteneği, sadelik ve güzellik gibi beğenilmeye layık ve cezbedici nitelikleri atfetmesini ve medeniyete bunun karşıtı sıfatları kullanması onun, kalp ile akıl arasındaki iç mücadelesinin bilimsel olmayan yansımasıdır. Gökalp, uygarlıkla kültürü aynı şey sayan kimi toplumbilimcilere karşı bu ikisini birbirinden ayırmaktadır. Ona göre, uygarlık uluslararası ve özdeksel, kültür ise ulusal ve tinsel bir güçtür. Birçok düşünür uygarlığın, toplumların çöküşünün sebebi olduğu fikrini benimsemişlerdir. Toplumlar, güzel sanatlar, zevk ve duygularında inceldikleri zaman, duygusal hayatları kaba olan toplumlar tarafından yenilgiye uğratıldıkları bilinen gerçeklerdir. Gökalpde medeniyetin doğuşu kültürün sebebi, kültürün çöküşü de medeniyetin sonucu olmasına rağmen, bu toplumlar için bir fatalizm (kadercilik) değildir. Çünkü, bir noktada kültür ile medeniyetin uzlaştırılması toplumu bu alın yazısı çöküşten kurtarması mümkündür. Kültürün büyümesi bir toplumdaki (millet) değer duygularının eğitim yolu ile gerçekleşmesine bağlıdır. Çocuk, dünyaya gözünü açtığı andan itibaren sosyalizasyon süreciyle, içinde yaşadığı toplumun kültürünü kazanır. Gökalpde ulusal bilinç çok önemlidir. Durkheimdeki toplumsal bilinç ve toplumsal vicdan kavramları, Oda, ulusal bilinç niteliğine bürünmüştür. Ona göre ulusal bilinç kavramı, insan toplumlarının evriminde önemli bir aşamayı belirler. Kurtuluş Savaşında düşmanların içimize girememesi Ona göre, bizde ulusal bilincin gerçekleştiğidir. Diğer taraftan, örneğin; Arabistanda ulusal bilinç gelişmemiş ve onları cemia (toplum) toplumu olarak görmektedir. Çünkü İngiliz ve Fransızlar aralarında Arabistanı paylaşmışlardı. Gökalp, bütün sistemini, ulusal bilincin yaratılmasına adamış, bunun için de mefkure dediği ideal ya da ülkü kavramının geliştirilmesi için çalışmıştır. Ona göre, mefkure bireyleri, bir toplum bilinci içinde birleştiren bir güçtür. Mefkure, insanı çıkarcılıktan kurtaran, özveriye yönelten bir etkendir. Bu noktada Gökalp, mefkureyi Türk tarihinin kökeninde aramaktadır. Ona göre, toplumsal değerler, insanlara ve eşyalara, ancak belli ideolojiler (inanç sistemleri) yoluyla verilebilir. O, toplumsal yaşamın bazı alanlarında, doğrudan doğruya teknoloji ithalatının gerekliliğini savunurken, bazı alanlarda da ulusal kültürün geliştirilmesinden yana olur. Turancılıktan yola çıkan Gökalpin Durkheimin toplumsal bilinç kavramını ulusal bilince dönüştürme süreci, ulusun kurtuluşunu burada görmesinden ve toplumsal bilincin önemini kavrayarak uygulanabilir bir çizgiye gelmesinden kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda Gökalpin temel ideolojisi Turacılık değil, ulusalcılıktır. Ancak bu ulusalcılığa sahip çıkacak ve bunun bilincine varan kitlesel destekleyiciler bulamadığından bu bilinci seçkinci bir anlayış çerçevesinde aydınlardan beklemiştir. Gökalp, bir ülkede harsi milletin kuruluşu için gereken ilerlemelerin ancak ekonomik öğeye bağlı olduğunu söyler. İktisadi hayatın yükselmesi, yalnız mütehassısların yükselmesi için lazım değildir. Diğer içtimai faaliyetlerin yaşaması da her birinin zengin bir bütçeye malik olmasına bağlıdır. Bir memlekette iktisadi hayat yüksek değilse ne ilim, ne sanat ne felsefe, hatta ne ahlak ve din yüksek tecellilerini göstermez (Kongar, Emre, Türk Toplum Bilimcileri). Ona göre, Türkleri bir camia haline getirecek ve Türk kültürünün oluşması gelmektedir. Milli iktisadı meydana getirmek için öncelikle gerçek gözlemler yaparak mülk ve milletin teknik üretim tarzını, hukuki yöntemlerini ve bunlar arasındaki ahengi araştırmak, onları bir sistem haline getirmek ve ondan diğer sistemlerle karşılaştırmalar yaparak sonuçlar çıkarmaktan ibarettir. Milli iktisadın kurulması için öncelikle bir milli iktisat bakanlığı oluşturulmalıdır. Gümrük tarifeleri ile demiryolları tarifesinin düzenlenmesi ve liman işlerin idaresi de adı geçen bakanlığa verilmelidir. Devletin iktisadi görevi yalnız bir bakanlıkta toplanmalıdır ki, memleketimizdeki iktisadi faaliyetlerde birlik ve dayanışma meydana gelebilsin. Milli iktisat konusunda, Alman milli iktisat sistemini ve Fransız solidarizminden beslenen Gökalp. Ekonomik kalkınma ve büyük sanayinin kurulması, anlayışı bakımından devletçidir. O, ulusal bir devlet kapitalizminin siyasal çerçevesini çizerken, sömürgeciliğe karşı olduğunu da belirtmektedir. Ulusal burjuvazinin yaratılmasının hedefleyen Gökalp, devletin ekonomiye hem işletmeci ve hem de sermayedar olarak katılmasını isteyerek, karma ekonomi modelinden yana olduğunu belirtmektedir. Gökalpe göre halk kültüre, aydın (güzide, seçkin, elit) medeniyete sahiptir. Bunlar ;yüksek öğrenim, ilim ve eğitim görmüş olmakla halktan ayrılırlar. Çünkü, yetiştikleri okullar milli değildir. Bundan dolayı aydının halka ve sorunlara yabancılaşması problemi ortaya çıkıyor . Gökalpin bu yabancılaşma sürecini çözümlemesi için ileri sürdüğü görüş kültür-medeniyet dengeleştirilmesine dayanmaktadır. Böylece halk ile aydın arasında ayrılma yerine, birleşme ve mozaikleşme ortaya çıkacaktır. Aydın medeniyetin taşıyıcısıdır. Bundan dolayı kozmopolittir. Halk ise kültüre, milli değerlere sahiptir. Bu noksanlığın giderilmesi için aydının halka gitmesi gerekir.
Gökalpe göre, böyle bir eğilim, her şeyden önce, iki hususu gerçekleştirmek için zorunludur :
1) Halktan kültürel bir eğitim almak için halka doğru gitmek
2) Halka medeniyet götürmek için halka doğru gitmek.
Aydın, halka doğru yönelmediği sürece milli değerlerden uzaklaşarak suni bir ortam içinde bozulmaya uğrayacaktır. Onun halka doğru yönelmesi en büyük itici güç olan kültürü kazanmasını sağlayacaktır. İşte bu kültürleşme, medeniyetle dengeleşmek suretiyle aydın sınıfı kökü kopmuş bir ortamdan sıyırarak canlılığını tazeleyecek yeni bir ortam içine itecektir. Gökalpdeki bu açıklama biçimi bize Paretonun elitlerin dolaşımı (sirkülasyonu) teorisini hatırlatmaktadır.
Paretoya göre:
1) Her toplumda idareyi elinde bulunduran güzideler(elitler) grubu.
2) Çoğunluğu teşkil eden aşağı sınıflar olmak üzere iki kategori mevcuttur.
Elitler veya seçkinler grubu bir azınlık aristokrasisidir. Bütün elitler kısa veya uzun bir zaman için çökmeye mahkumdurlar. Bunun sebepleri de vaktiyle kendilerinin yükselmesini etkileyen nitelikleri kaybetmeleri yüzündendir. Böylece elitler zamanla dejenere oluyorlar. Bu anlamda tarih elitlerin mezarıdır. Bu defa da elitlerin kaybolmasıyla ortaya çıkan boşluk, yüksek güçlü aşağı sınıfların en yetenekli üyelerinin yetiştirilmesiyle dolduruluyor. Paretodaki seçkin-aşağı tabaka hareketliliği iradeci olmaktan ziyade kaderci bir tablo çizmesine karşılık, Gökalpde kültür-medeniyet dengesi için aydın-halk diyalogu mevcuttur. Seçkinler, halka medeniyet götürmek için halka doğru giderken, aynı zamanda, halktaki kültürü almak suretiyle de halk-seçkinler bütünleşmesini gerçekleştiriyorlardı. Böyle bir dolaşım elitlerin kanını temizlemesi olayını hazırlamak suretiyle elitler arası diyalektiği de silmiş oluyor. Gökalpin savunduğu elitler demokrasisi, bugünkü anlamıyla sadece oy mekanizması yoluyla idareyi eline geçiren ve halkın meselelerini bir köşeye iten, çıkarcı ve halktan kopmuş ( halkı temsil etmesine rağmen) bir sisteme karşıttır. Tersine, seçkin-halk ilişkisinin dengeleşmesine ( ambivalance) ve bütünleşmesine ( entegration) dayanır. Gökalpe göre, seçkinler, ancak demokratik bir rejimde gerçek kimliğine kavuşmuş olurlar. Halka yararlı bir kalkınma fikri getirmeyip ve onu hazırlamayan seçkinler; bilgili olsalar bile seçkin sayılmazlar. Bu bakımdan asıl seçkinler, halkı aydınlatan ve halkın yükselmesi için kendini bütün varlığı ile halk için feda eden kimselerdir. Gökalpe göre, Fransızca culture kelimesinin biri hars (milli kültür) diğeri de tehzib olmak üzere iki manası vardır. Milli kültür ile tehzib arasında iki önemli fark vardır: Bunlardan birincisi, harsın demokratik, tehzibin aristokratik olmasıdır. İkinci fark ise, bir insan harsın tesiri ile, belki de yalnız kendi milletinin kültürüne kıymet verir. Fakat, tehzib görmüşse, başka milletlerin kültürlerini de sever ve onların lezzetlerini de tatmaya çalışır. Gökalp, seçkinler (elitler) in veya aydınların tehzibe (işlenmiş kültür) sahip olduklarını ve halkın da kültüre sahip olduğunu belirtir. Bir milletin gelişmesi için işte, bu halk kültürünün yüksek kültürle işlenilmesi gerektiğini söyler. Bunu da aydınlar halka eğilerek yapacaktır ki, o zaman başarı olsun. Aydının halka ve kendi köklerine inmesi hem batı medeniyeti karşısındaki yerimizi tayin edecek, hem de milli rönesansımızın doğmasını sağlayacaktır. Halk – aydın ikiliği Gökalp sosyolojisinde önemli bir yer tutar. Ona göre, aydının halka giderek kendini yenilemesi gerekir. Günümüz sosyolojisinde aydınların kokuşması dediğimiz bir deyim vardır ki, bilim adamlarını yakından ilgilendirmektedir. Toplumumuzda uzun yıllardan beri aydını halktan uzaklaşması, kopması ve halka yabancılaşması, aynı zamanda bugünkü demokrasimizin de en önemli çıkmazını oluşturmaktadır. Halkı bilinçlendirmesi aydının milli bir görevidir. Aynı zamanda da aydın kendini yenilemelidir. Bu da, halktaki öze dönmekle gerçekleşir. Eğer bir toplum, geçmişi ile geleceği arasında bağ kuramazsa, bunun şuuruna ulaşamazsa o toplum bir bitki yığınından öteye geçemez.Gökalp, bireye değil topluma dönük bir sosyologdur. Sosyolojist bir bakış açısına sahiptir. Toplum her şeyi ile birey üzerinde egemenlik kurar; ona her şeyini kabul ettirir. Oysa bireycilik insanı ülküsüz, inançsız bırakır. Gökalpe göre, bireycilik insanı ahlaki kararsızlığa, hayal kırıklığına, şüpheciliğe götürür; hatta bireyi intihara sürükler. Oysa devletçi – toplumculuk ve kollektivizm insanlar arasında kardeşlik ve eşitlik geleneğine dayanır. O, burada Prens Sebahattinin bireyciliğini de eleştirmektedir. Zaten iki düşünür gerçek yaşamda da birbirlerine zıt görüşleriyle tanınır. Gökalp, bireyin özgür olamayacağını ; çünkü irade hürriyetinin toplumsal ülküler tarafından sınırlandırıldığını belirtir. Bireyin toplumla kaynaşması ve kendini topluma feda etmesi gerekir. Toplum her şeyin üstündedir ve kutsallık arz eder. Bu bağlamda Durkheimdaki toplumun yerine milleti koyan Gökalpde milliyetçilik kutsallaşmıştır. Toplum ne isterse iyi ve ahlakidir. Gökalpe göre, çağdaş devlet, bir halk hükümeti olduğu kadar bir ilim hükümetidir de. Çağdaş millet büyük sanayisiz, sağlıksız, demir yolsuz, elektriksiz, refahsız kalamaz . Çağdaş bir devlet de çağdaş bir hukuka dayanmadan, milli iktisadı kurmadan, halkçılığa dayalı gerçek hürriyetleri – gerçek eşitliği oluşturmadan yaşayamaz. İşte bu noktada O, bütün bunların taşıyıcısının ilim olduğunu belirtiyor ve milletin ilme yönelmesini istiyor. Ona göre, bilimin komünist ve kapitalist olanı yoktur. Bilim, ideolojik yöne sahip değildir. Bilim, bilimsel zihniyeti gerçekleştirme sürecidir. Bilimin gelişmesi için de bilime değer vermek gerekir. Bilim için coğrafi saha aramak, doğu-batı ayrımı yapmak temelden ideolojik sapmalardır.Gökalp, çağdaş uygarlığa girmek için yalnızca sanayide gelişmeyi sağlamayı yeterli görmemektedir. Başka milletlerin modern medeniyete girmek için mazilerinden uzaklaşmaya mecbur olduklarını, halbuki Türklerin modern medeniyete girmeleri için yalnız eski mazilerine dönüp bakmalarının yeterli olduğunu söyleyen Gökalp sanayinin, fennin dışındaki alanda, kültürde çağdaşlaşmanın sağlanabilmesi için Batıya yönelmesinden çok ya da o kadar eski Türk kültürüne yönelmesini istemektedir. Çünkü geleceğe ait bütün ilerlemelerin Türkün eski kültüründe mevcut olduğunu düşünmektedir. Batıcılık, Osmanlı İmparatorluğunda ( 18. y. y. da ) başlayıp Cumhuriyet Türkiyesinde yeni boyutlar kazanan, Batı Avrupanın toplumsal ve fikirsel bileşimine erişilmesi gereken bir hedef olarak gören yaklaşımdır. Bu görüş bazen ılımlı bir biçimde ortaya çıkmış, bazen çok köktenci-geleneksel kültür öğelerimizi eleştiren ve karşısına çıkar boyutlar kazanmıştır. Ancak, batıcılık daha çok Batıyı her hususta örnek almak isteyenlerin yaklaşımını adlandırmak için kullanılmıştır. Gökalpde batılılaşma hareketinin temeli milli kültüre dayanır. Kültür gibi, Batılılaşma da millet olma yeteneğine kavuşmanın zorunlu bir şartıdır. Onda kültür- medeniyet arasında nasıl bir ilişki varsa, aynı şekilde, medeniyet ile batılılaşma arasında da yakın bir benzeyiş vardır. Onun için batılılaşma aslında medeniyetimizin kaçınılmaz bir sonucudur. Çünkü Ona göre, medeniyetler belirli bir yer ve zaman içinde doğar, yaşar ve ölürler. İşte bu çerçevede Türkler bir çok medeniyet içine girmiş ve sonuçta da Batı medeniyetine girecektir. Çünkü batı medeniyeti o an için en üsttedir. Ona göre Türk kavmi (toplumu) iki kez medeniyet değiştirmiş ve üçüncüsü de yoldadır. İlk ikisi ise şöyledir: İslam olmadan önce Aksayı Şark Medeniyeti Dairesine mensuptu. İslam olduktan sonra Şark Medeniyeti Dairesine girdi. Üçüncüsü ise, günümüzde de tartıştığımız konulardan biri olan Garb Medeniyetine, yani laik medeniyet dairesine girmek. Gökalp, yıkılma dönemini analiz ederken şu yargıya varıyor: O dönemin yapısını, siyasal beceriksizliği toplumsal az gelişmişliğe, toplumsal az gelişmişliği ise, endüstrileşmedeki geriliye bağlıyor. O, döneminde bu tahlilleri yapması ve olayları çok iyi irdelemesi Onun gerçek bir öncü olduğunu göstermektedir. O, bütün az gelişmişliğimizi iktisadi zayıflığımıza bağlamakta ve iktisadi zayıflığı da milli mefkureden yoksun olmamıza bağlıyor. Bu noktada O, sınıfsal gelişmeyi, iktisadi kalkınmaya, iktisadi kalkınmayı ise, ulusal bilincin gücüne dayamaktadır. Gökalpin Türk toplumunu yeni bir ulusal bilinç altında Batı uygarlığı içinde kendi kültürünü koruyarak birleştirmek için çaba harcadığını görmekteyiz. Gökalp, Türkiyeyi feodal üretim tarzından kurtarmak, çağdaşlaşmak ve sanayileştirmek istemektedir. Bunu yaparken de milli vicdan dan yararlanmayı düşünmektedir. Durkheimin solidarizm (dayanışmacılık) anlayışını milli iktisat ülküsüyle çelişir görmediği için milli sermayenin kamusal nitelik kazanmasını sağlayacak öneriler getirdi. Bu nedenle –gençliğinde ağalık düzenine karşı tavır aldığı gibi – sermayenin tek elde ellerde birikme tehlikesine karşı da il ve belediye meclislerinden itibaren aşağıdan yukarıya örgütlenerek bir tür kapitalist olmayan kalkınma yolunu önermiştir. Gökalp Türkiyede pozitivizm ve laikliğin temsilcisi olarak görülebilir. Diğer yandan Gökalp, Comte-Durkheim çizgisinden bir sapma göstererek, dinin kültürel olarak etkisi altındadır. Yani, dine Avrupalı sosyologlardan daha fazla önem vermekte, pozitivizme yakınlığı ile mistizme olan yakınlığı çatışmaktadır. Dini, toplumsal bir olgu olarak benimseyen ve ona ulusal bir renk vermeye çalışan Gökalp, bir anlamda cumhuriyet döneminde dinde reformist hareketlerin güç kaynağıdır. Tüm bunlarla birlikte, laikliğin başlıca savunucusu olmuş ve bu ilkeyi altı ok ile CHP ve anayasanın ilkeleri arasına koydurmuştur.Gökalp, ulusal bilinçi ve toplumbilimini pozitivist bir biçimde topluma sunmuştur. Bunları yaparken de bilime önem vermiştir. Zaten O, bu yüzden Durkheimci görünür.Onun öne sürdüğü şu düşünce Onunla çelişmektedir. O, batının yalnız tekniğini ihraç etmeden bahsediyor ve geriye kalan kısmın ise, ulusal özelliklerden beslenmesini belirtiyor. Eğer iki kültür arasında etkileşim başlayınca, bu günlük yaşamın tüm alanlarını da kapsar. Özellikle bu, günümüzde iletişim sayesinde daha da belirginleşmektedir. Ziya Gökalp sosyolog ve düşünür olarak, II. Meşrutiyetten beri Türk düşün hayatının ilk sıralarında yer almaktadır. Onun bu başarısı, Türk sosyolojisine kazandırdığı bağımsızlıktan ve Türkiyenin sorunlarına getirdiği açıklamalardan kaynaklanmaktadır. Türkiyenin hala ulusal kimlik, milli ekonomi, çağdaş-laik, kamucu-bireyci toplum modellerini tartışıyor olması, Onun sosyolojiye yüklediği görev doğrultusunda, geleceği görebilme yetisinin bir ürünü olarak karşımızda durmaktadır. Onun düşüncelerinin hala tartışılıyor olmasının bir başka nedeni ; Türkiyenin toplumsal yapısında meydana gelen değişmeleri çok iyi gözlemlemesi ve ortaya çıkan sorunlara geniş bir tarihi perspektiften bakmasından kaynaklanmaktadır. Bir başka neden ise, Gökalpin aktardığı sosyoloji ekolünün ürettiği sosyolojik bilgilerin sınırlı da olsa, Türk toplumunda ortaya çıkan sorunlar karşısında etkin olmasıdır. Ele aldığı ve çözüm önerdiği konular, Türkiyenin hala gündemindedir ve hala hiçbir sosyolog veya düşünür bu sorunlar karşısında Onun kadar başarılı ve uygulanabilir bir çözüm önerisi sunamamıştır. Bunun için O, gündemdeki yerini koruyacaktır.

3 yorum:

Unknown dedi ki...

Hocam ziya gökalp sosyoloji anlayışı ile emile durkheim anlayışı arasında fark nedir ?

Ayşe Ceyda Uluçay dedi ki...

merhaba makale çok güzel olmuş ellerinize sağlık.Fakat yazı renginden dolayı okumakta bi hayli zorlandım.

Unknown dedi ki...

Bu makalenin yazarı kim acaba?